BİR YUDUM İNSANLIK
Yağmurun altında ıslanıyor yanaklarım. Soğuk rüzgarın tenime işlenmesini hiçe sayıyor ve ardıma bakmadan koşuyorum.
Koştukça yaklaşıyorum sanki. Umudum artıyor. İçimde o karartı yerini aydınlık yarınlara bırakıyor.
Sahi, aydınlık yarınlar diyorum da yarınlar gerçekten aydınlık mı?
Eğer yaratılmışsa tabiat, güzelleşecekse dünya, büyüyecekse çiçeğim, savaşlar barış olacaksa… Verin ellerinizi. Verin ki aydınlık ışığı kucaklayabilelim. Öyle bir ışık olsun ki; ilmiyle, dehasıyla göz kamaştırsın. Aynı kültür mirasımızın mihenk taşları, insanlık ışığı; Mevlana, Hacı Bektaşi Veli ve diğerleri… Siz de aydınlatın çevrenizi. Açın o ağzı kapalı mutluluk torbanızı. Dağıtın… Daha çok dağıtın. Sizinle hayat bulsun dünya.Bugünler dünlerden hesap sorar, söyleyin ne deriz bir gün çıksa gelse yarınlar?
Yeşili, maviyi, beyazı sevin. Utanmayın bir de siyahı sevin. Sevgiliyi sevin. Allah’ı sevin. Beyazı yaratan Allah siyahileri de yaratmadı mı?
Paha biçilmez, ölümsüz kılmayın hiçbir şeyi. Hayallerinizi, ideallerinizi terk etmeyin. Çok uzak değil yarınlar. Saniyeler hatta dakikalar. Parmaklarının ucunda gizli hünerlerin.
Görüldüğü kadar yakın değildir ufuk çizgisi, aynı ideallerin gibi. Biraz gayret, biraz çaba. Saatin seni kulaklarını tırmalıyorsa oturma artık kalk… Bir mum da sen yak.
Mutluluk için, sevgi için… Kapıları bir daha kapatmamak, torbanın ağzını bir daha bağlamamak için.
Hoşgörü için, insanlık için, dünden hesap soracak yarınlar için.
Bir yudum insanlık için…
Mehtap DİRLİK
12-A
ÇOCUKLUĞUM
Bir rüzgar gibi gelip geçti,
Ellerimde çocukluğum.
Göz açıp kapayana dek hayallerimin sıcaklığında.
Zamanın kölesi olmuştu çocukluğum,
Dakikalar, hatta saniyelerle akıp giden,
Yakalamak istedim; ama yetişemedim.
Yetiştim; ama durduramadım…
Çocukluğumda oyuncaklarım vardı benim, dağlar kadar.
Babam alınca sevineceğim bir çikolatam,
Annemin aldığı cici elbiseler…
Saçıma taktığım kelebek tokalar…
Benim hayallerim vardı, gökyüzü kadar.
Kimsenin dokunamayacağı,
Kimsenin hissedemeyeceği…
Bir de benim çocukluğum vardı.
Hayatın acısını tatmayan, masum bebek gibi…
Belkay ÇETİN 12/C
MUTLULUK HAYATIN RENKLERİNDE
Hayat bir tablo misali,
Nasıl renklendirirsek o kadar neşeli,
Gülebildiğimiz kadar neşeli,
Ağladığımız kadar kederli…
Renkler sınırlarından taşmadığı sürece,
Mutlu olmak kendi elimizde…
Bak, dünya tüm güzellikleriyle,
Hayata en güzel çerçeve…
İnsanları sev ki, bu çerçeve genişlesin.
Gökkuşağı renkleriyle sana yol göstersin.
Gözyaşlarıyla renkler akıp gitmesin…
Sevgi dünyadaki tüm kötülükleri yensin.
Umutsuzluk yılgınlık; karanlık sokaktır.
Seni en güzel duygulardan uzaklaştırır.
Oysa hayat en büyük sınavdır.
Amaç ve hedefler bu sınavı kazandırır.
Hayatta dostlarındır en büyük hediye,
Mutluluğunu paylaşırlar seninle her yerde.
Sıkıntı, keder unutulur onlarla birlikte…
Unutma! Mutluluk hayatın renklerinde…
ESMA MIKÇI 12/B
SEN OLMAK VARKEN BAŞKASI OLMAK NİYE
Olur ya bazen bir düşünürüz: Hepimiz aynı dünyada mı yaşıyoruz diye? Etrafımıza bir bakarız. Bazı yerlerde en iyi zamanlar; bazı yerlerde zamansızlıklar. Bazı yerlerde akılcılık çağı, bazı yerlerde ahmaklık…
Bazı yerde aydınlık mevsimi, bazı yerde karanlık… Bazı yerde geçmiş çok güzel, bazı yerde geçmiş bile yok.
Kim değiştiriyor dünyayı. Ya da dünya mı değiştiriyor bizi. İşte cevap… Bu dünya gençliğin eseri ama gençler başkalarının izinde yürümekten, kendi yollarını çizmelerine imkan vermiyor.
Herkes korkuyor farklı olmaya. Başkaları hakkımda ne düşünür diye beyinlerini kemiren aptal sorudan kurtulmak yerine körü körüne bağlanıyorlar başkalarına. Hata yapmaktan, hayır demekten korkuyorlar.
Ama bilmiyorlar ki, dünya belki de onların “hayırları” sayesinde kurtulacak. Belki de onların hatalarıyla doğruyu bulacak.
Başkalarına özenmekten vakit bulamayan insanlarımız, bazen bazı şeyleri görmekten bile aciz kalabiliyor. Afrika’da insanlar yaşam ile ölüm arasındaki bir sarkaca dönüşürken boğazlarına düğümlenen yumruğu bile yutmaya takatleri kalmazken çaresiz gözler bir damla su ararken, insanlar kulaklık takıp yardım çığlıklarını duymazdan gelebiliyor.
Yardım etmek varken başkası olmaya çalışmak daha kolay geliyor insana. Hep kendinden yüksektekilere bakmak yerine, biraz da aşağıdakiler bak. Küçük bir iyilik yap ki, vicdanın rahatlasın. Hayatın zorluklarını gör ki, farkında olmadan elinden kayıp giden zamanın senin hayatın olduğunu hatırla. Genç olmayanlara bak ve gençliğinin kıymetini bil.
Aklı bir karış havada, kendisi değil de başkası olmaya çalışanlar kervanına sende katılma. Gençliğin en büyük sorunuyla başa çık.
En önemlisi kendin ol.
Hayatını başkalarının eline bırakma. Ardına dönüp baktığında keşkelerinden başka bir şeyinin olmadığını görüp ağlayıp, sızlanan gözlerden olma. İyi olduğunu düşündüğün şey uğruna büyük bir adım at.
Belki de onların göremediklerini görür, belki de onların seni değiştirmesine izin vermeden sen onları değiştirebilirsin.
Leyla Nur ÖZYILMAZ
SENİ ARIYORUM BU GECE
Koca bir karanlık çökmüştü bu şehre, sokaklar yorgun.
İnsanlar umutsuz, şehir mutsuz.
Belki de bir tek ben ayakta ve yorgun sokaklardayım.
Seni arıyorum gecenin karanlığında, sensizliğin acısıyla…
Umutlar da daralıyor, hayallerim gibi seni araken.
Sürekli yürüyorum, belki seni bulurum diye,
Durmuyorum, duramıyorum…
Nafile! Bir ben varım karanlık sokaklarda, birde hayalin.
Saatler gece yarısını geçiyor, ben farkında değilim, durmuyorum…
Birden şafakta bir kızıllık, sensiz bir gün daha başlıyor.
Sensizlik çökmüş sanki göz kapaklarıma, yokluğumun acısıyla…
Her zaman ki gibi soluğu, yokluğun acısıyla kıvranan odamda alıyorum.
İste ordasın! Duvarda, gülümsüyorsun, bana ne yorgunluk kalır, ne acı…
ÖMER FARUK KALKAN 12-E
ŞİİRLERİM VARDI BENİM
Sensizliği anlatan şiirlerim vardı benim.
En az bir ateş kadar yakıcı,
Ve bir deprem kadar yıkıcı olan,
Bir o kadar da sessiz ve çaresiz olan şiirlerim.
Seni anlatan dizelerim vardı benim.
En az senin kadar yaşlıydı gözleri,
Ama hiçbir zaman sana benzeyemeyen,
Ne zaman konu sen olsan bir türlü tamamlanamayan dizeler…
Gözlerini anlatan mısralarım vardı benim,
Gözlerin kadar güzel ve anlamlı,
Bakışın gibi her biri bir o kadar gizemli.
Ama bir türlü gözlerin gibi gülemeyen mısralarım…
Gözyaşlarımı anlatan hecelerim vardı benim,
En az gözyaşlarım kadar ıslak ve çaresiz,
Gözyaşı gibi damla damla kalemimden dökülen.
Ve ne kadar yazarsam yazayım gözyaşlarımdan az olan heceler…
ÖMER FARUK KALKAN 12-E
EŞSİZ TABLO
Yedi ,sekiz yaşlarında bir öğrencim, pırıl pırıl gözleriyle koşar adımlarla yanıma geldi. Elinde defterinden yırttığı rengârenk bir resim tutuyordu. İlk bakışımda hiçbir şey anlamadığım bu resme biraz daha dikkatli baktım. Kuru boyayla kâğıdın yarısını kırmızıya yarısını maviye boyamıştı. En üstte her yere ışık saçan kocaman bir güneş vardı. “Ne kadar mükemmel bir doğa resmi olmuş!” dememle birlikte öğrencimin umut dolu bakışları sinirli bakışlara döndü. Saç örgülerini geriye attı, kaşlarını çattı ve “Hayır öğretmenim!” diyerek çıkıştı bana. Çok şaşırarak neden böyle yaptığını sordum ve aldığım cevap beni bundan daha çok şaşırttı.
Bana oturduğu yerden gördüğü manzarayı çizdiğini söyledi. Ama bu küçük kız orta sıranın en önünde oturuyordu ve karşısında pencere bile yoktu. Hayal gücünün ne kadar geniş olduğunu söyleyecektim ki, heyecanlı heyecanlı anlatmaya koyuldu.
“Çizdiğim deniz öğretmenim, onun mavisi o kadar sonsuz ki, hayattaki tüm sorunları yutuverecek gibi. Tepedeki güneş bütün arkadaşlarımın çizdiklerinden daha büyük. Neden biliyor musunuz? Benim manzaramdaki güneş sadece güneş değil! O, yeri göğü aydınlatabilecek güçte bir ışık. Arkadaşlarım, kırmızı gökyüzü mü olur dedi. O gökyüzü değil ki öğretmenim, arkada kızıl bir fon sadece. Benim gördüklerim bunlar öğretmenim. Bize derslerde de gösterdiniz onu. Büyük insan diye diye anlattınız. Yurdumuz dediniz öğretmenim, yurdumuzu kurtardı dediniz. Ben de merak edip kitaplarımı açtım. İlk sayfalarda hep onu gördüm. Her gün karşımda görüyorum, o tablodan hep bana bakıyor. Ben onu çok seviyorum öğretmenim!”
Bu küçük kızın sözlerinden sonra, tam karşısındaki portreye biraz daha dikkatli baktım. Masmavi gözlerini dikmiş kararlı kararlı sınıfıma bakıyordu. Arka fonda kan kırmızısı, şanlı Türk bayrağı vardı. Anladığım kadarıyla güneş de Atatürk’ün aydınlık fikirleriydi. Her şeyi öyle güzel simgelemişti ki, gün boyunca hayran hayran onun ödevini inceledim. En sonsuz maviyi, en büyük güneşi, kırmızı gökyüzünü gördüm. Geçmişi, geleceği, adaleti gördüm.
Sadece 7 yıllık hayatında kendisinden 126 yaş büyük bir lidere verdiği değeri paha biçememişti; ama geleceği parlaktı küçüğümün. Fikirleri ve yolu aydınlıktı. Aydınlığı sağlayan ışığın gücü de asla yitmeyecekti. Aldığı tek örnek vardı çünkü… O da geçmişin, geleceğin, adaletin, parlak fikirlerin birleştiği yegane resim: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK!
Ayça Başak ATAN 11/B
"Atatürk ve Çocuk" konulu kompozisyon yarışmasında ilçe birincisi
İSTİKLAL GÜNEŞİ DOĞSUN DİYE
Yaşlı, yorgun bir devlet… Dört bir yanda fırsatçı düşman orduları, sarmış tüm yurdu amansız bir hastalık misali. Umutlar paslanmış, hayaller düşman elinde esir tutulmuş.. Ve namlu ucunda vatan, millet uğruna sönmüş hayatların geride bıraktıkları; evlat acısıyla kavrulan analar, öksüzlüğü tatmış yavrular, gözü yaşlı eşler… İsyan etse de yürekler, diller tek bir şey söyler; ‘’Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal!’’
‘’Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, yok mudur kurtaracak bahtı kara kaderini?’’ İngiliz’i, Fransız’ı, Ermeni’si… Çöktü başımıza kara kara bulutlar gibi. Ama ‘’Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini. Bulunur kurtaracak bahtı kara kaderini.’’. Terk etmedi bu vatanın yiğidi, kızıla boyanmış memleketini.
Beklenen haber geldi sonunda Erzurum’dan, Sivas’tan. ‘’Topyekûn savaş!’’ dedi Ata’m. Umutlar silindi pasından. Rengini kaybetmiş yüreklere renk aktı ,o mavi bakışlarla. Daha bir inançla, kudret ile çıkıldı yola. Attık adımlarımızı kurtuluşa. Bastıkça yere, inledi toprak ‘’Zafer!’’ diye. Emindik bu mücadeleden muaffakiyete.
Birlikten doğan güç örtü oldu soğuk gecelere. Tüm Anadolu seferber oldu. Analar bacılar cephane taşıdı siperlere. Yaralar vatan aşkıyla sarıldı. Hak tek yürek oldu, sırt sırta verdi. Teslim olmadı karanlığa.
‘’Ya istiklal ya ölüm!’’ dedi kararlı, cesur yürekler. Ve istiklal güneşi doğsun diye, battı binlerce kınalı güneşler.
Türk azmi galip geldi. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini.
Tarihlerden 29 Ekim… Egemenliğin kayıtsız şartsız millete armağan edildiği, kadının erkeğin eşit olduğu, laik, bağımsız, yeniliklere açık bir güne uyandı herkes…
Ey büyük Ata’m! Coşkuyla dalgalanan al bayraklarımız gibi özgürüz şimdi. İstiklal uğruna yapılan onca kanlı mücadelenin, emeğin karşılığını bilimle, akılla vereceğiz. Senin yaptığın gibi, Cumhuriyet için çalışacağız. Cumhuriyeti sen kurdun onu yaşatacak olan bizleriz. Bir gün ola ki:’’ istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersek’’, güvenini boşa çıkartmayacağız. Kanımızın son damlasına kadar Cumhuriyeti savunacağız.
Biliyoruz ki; bu vatan, ne olursa olsun ‘’ Ya istiklal ya ölüm!’’ diyebilecek kadar cesur yüreklerindir!
İLKNUR EROL 11/C
AŞK
Hayat bazen gerçekten can yakıyor,
Beklentilerimizi boşa çıkartıyor.
Ya da biz yanlış insanlardan olmayacak şeyler bekliyoruz.Ama belki de biz yakıyoruz kendi canımızı,
Her neyse sonuçta canımız çok yanıyor.
Bazı insanlara saçma gelirken kalp ağrısı,
Bazı insanlar adına aşk diyor…
Yaşaması zor ama umutları büyük olan AŞK..
Keşkelerle devam ediyoruz hayata.
Üzülsek de, kırılsak da…
Sonuçta yaşanacakmış ki, zorluğu varmış bu aşkın…
Yani yaşadığımız her şeyin zorluğu vardır.
Aşktan kaçsak belki kaçarken zorluk çekeceğiz.
Ama ben kaçmadım ve içine düştüm.
Bundan bazen pişman olurken bazen mutluluk duyuyorum.
Çarem yok acı çekiyorum; ama yine de çok seviyorum.
"Ey sevgili, eğer beni dinlemek istersen arada kalbimin atışlarını da duy. Duy ki bil adının bir deprem gibi her yeri parçaladığını..."
Elif KESİKCİ 9-B
BAKMAK
Hayat bazen hayal ettiklerimizi bize vermez.
Bize verdikleri de bizi mutlu etmez.
Hayalleri insanın can yoldaşıdır.
Gerçekleşse de gerçekleşmese de…
Sonuçta onlar bizim hayallerimiz.
Kimseye söyleyemeyiz hayalimizi sonuçta sahibi biziz.
“Düşlerde sevdim seni söyleyemedim…”Aynı şu şarkının dizesi gibi
Belki de sadece hayaldir sevgimiz,
Gerçek olsa da sevdiğimiz…
Bazı insanlar alay ederken duygularımızla,
Bazıları ise yaklaşmaya çalışıyor bize sahte tavırlarıyla.
Belki onların duygularıyla tanıtırız kendimizi
Ama insanın gözünden belli oluyor her şeyi.
Duyguları olan insan kalbinin sesini dinlerken,
Duyguları olmayan insanlar başkalarının sesini…
Hayata bakış açısı sonuçta,
Herkes aynı insana bakar; ama
Her insan aynı şeyleri göremez
Aynı senle ben gibi
Herkes sana bakıyor ama
Her insan görmüyor kalbindekileri…
“Gözlerin etkilemiyor her insanı ; ama benim kalbimin anahtarı…”
Elif KESİKCİ 9-B
DÜŞLE
Düşle,sadece ufka bakıp gülümse,
Bir uçak geçerse el sallayıp selam ver.
Belki seni mutlu edecek kişi o pencerede.
Ve o seni bulacak inan , ve iyi bak kendine.
Üzülme, ağlama sen, değilsin bunları hak eden.
Biliyorum yoksunsun o neşeli saatlerden,
Umut akmasa da o güzel gözlerinden,
Eksik etme gülmeyi o ay yüzünden.
Dolunay çıkarsa ;gece bak ve tebessüm et.
Çünkü yok bundan daha sıcak bir samimiyet.
Güneş gözünü her kamaştırdığında şükret,
Annenin sana seslenişini hiç duyamayabilirdin bunu hayal et.
Yani canını sıkma gelip geçen olaylara,
Kızma, sana bağırdığı zaman babana,
En fazla o üzülüyor senin yerine.
Ve o da olmayabilirdi yanında, bunu kazı aklına.
Şunu unutma hiçbir zaman hayatında!
Hiçbir şey düzeltmeyecek hayatını senden başka.
Eğer sensen gelen bu dünyaya,
Güçlü ol gülümse ve dayan bütün zorluklara…
Akın DEĞERLİ 11-F
KIRIK KALPLER
Kalp dedikleri zaman aklıma sen geliyorsun,
Çünkü insan emanetinin gerçek sahibini unutmaz.
Demek istediğim bir zamanlar benim olan kalbim ,
Ya düşüyorsun ellerinden, ya da kenara atarak kırıyorsun ,Şimdi senin ellerinde…
Ya mutlu ediyorsun ya da üzüyorsun senin olanı.
Ama sana da hak veriyorum bazen,
İnsana iki şey daima fazla gelir;
Sana fazla gelen de benim kalbim.
Anahtarı senin elinde ne giriyorsun içine ne de açıyorsun kalbimi.
Yeter artık ama biliyorsun sevildiğini !
Neden üzüyorsun sen gülerken gülen, ağlarken ağlayan birini…
Hep başka kalpler arıyorsun senin olmasını istediğin.
Benim kalbim sana az gelen,
Senin aradığın hep içi boş olanlar,
Ne sevmesini bilen ne de sevilmişini,
Belki bilerek yakıyorsun ama belki de bilmeyerek canımı.
Ama ben biliyorum senin de kırıldığını,
Asla izin vermem buna açsan kalbimin kapılarını.
Sevilmeye ihtiyacı olup senin peşinde sürünen ben,
İnat edip kaçan hep sen…
“Biliyorsan sevginin ne olduğunu, anlarsın senin denizinde boğulduğumu…”
Elif KESİKCİ 9-B
ÇÖLLERDE BİTEN GÜL CUMHURİYET
Kadını, erkeği; çoluğu, çocuğu; on beşli, yetmişlisi tek yürek tek tüfek savaştık tek bir şey için…
Uğruna dökülen kan boşa değildi, hiç bitmedi mücadelemiz. Elimizde tüfek kadınlarımızda mermer… Gözümüz kapalı yüreğimiz açıktı. Savaştık mermiye topa karşı, hiç bitmedi mücadelemiz.
Çölde kalmış bir gül misali susuzduk.
Susuzluğumuzu giderecek bir mucize gerekiyordu. Uzaklardan çok uzaklardan beyaz atının üstünde Mustafa Kemal ATATÜRK! İşte geliyordu susuzluğumuzu giderecek olan mucize. Bitecekti artık bu susuzluk. Uzaklardan okunuyordu gözlerinin içi. O mavi gözler barışı, huzuru, eşitliği, özgürlüğü kısacası Cumhuriyeti getiriyordu ardından. Karanlık günler geride kaldı. Bir güneş gibi doğdu ülkemize…
Mustafa Kemal Atatürk’ün elinde bir güvercin can atıyordu uçmaya. Gökyüzüne çıkmak istiyor. Esir alınmış belli. Aç susuz bırakılmış; topsuz tüfeksiz. Nedense yılmıyor bu savaştan.
Bu küçük heyecanlı güvercini salıyor Mustafa Kemal Atatürk. Gökyüzüne doğru kanat çırpıyor.
Her kanat çırpınışının ardından karanlık bulutlar dağılıyor. Yurdumun dört bir yanına özgürlük, barış ve sevinç dağıtıyor bu barış güvercini.
Bitti artık o karanlık günler, mutluluğa erdik. Ulu bayrağımızı göklere kadar yükselttik.
Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü olan gazi ve şehitlerimizin yattığı bu toprak…
Emine ŞAHİN 10/C
"Cumhuriyet" konulu kompozisyon yarışmasında ilçe üçüncüsü oldu.
İYİ Kİ VARSIN
O günü hiç unutmam. İsmini duymuyordum o an. Masmavi upuzun bir şelalenin şırıltısı gibi huzur veriyordu sesi. Memleketin alın yazısını yazan bu kutsal insanlardan biri, o an benim alın yazımı yazmaya başlıyordu, anlamıştım. Hem de beni ben yapan en basit şeyle başlıyordu: Adımla.
Kalplerimize sevgi ve güven aşılarken beyinlerimize hayatı kazıyordu. Sevgi ve güven, toprak ve su gibi birleştiriliyordu kalbimizde. Sonra da doğa gibi eşsiz şeyler sığdırılıyordu küçücük kalplerimize. Beyinlerimize hayatı kazırken onu birebir yaşatıyordu acısıyla tatlısıyla. Bir zamanlar önünde eğilip, etek öptüren padişahları düşündükçe utanıyorum şimdilerde. Asıl önünde el pençe durup eteklerini öpeceğimiz insanlar öğretmenlerdir. O padişahların da bir öğreteni, öğretmeni vardı elbette. İnsanlık tarihinin ölümsüz olan bu mesleğini şimdilerde o kadar basitleştirdiler ki. Öğretmen dediğin; Anadolu’nun Toros’unu, bahçesini aşar gelir. Gurbette iller, ilçeler gezer. Barışın, kardeşliğin güzelliğini öğretir. Kalpleri vazife aşkıyla doludur. Bu kutsal görevi en başta kalbinde hissetmeli insan. “Her şey bir tarafa, vazife aşkı bir tarafa.” diyebilmeli asıl öğreten.
Bir öğretmenim vardı benim. Aslında bir melek olan. Kanatları vardı da biz göremezdik. Bize çok değer verirdi. Kendi öz oğlu vefat etmesine karşın”Benim daha çok evladım var. Beni beklerler.” derdi. Oğlunun ölümünden yalnızca bir hafta sonra bizimleydi. “Anne”kelimesinin anlamını o an öğrenmiştik. Kalbimize ilk kez bu denli saf sevgi girmişti belki de. Öğretmen dediğin; böyle fedakardır işte. Bizi kendi çocuğundan ayırt etmez,bize haksızlık yapmaz, bizi kırmaz, kendi vaktinden harcar bolca. En ufak şeyi bile kardeş payı yapar aramızda. Öğretmen dediğin gönlünü fethetmeli önce .Öğretmenini anlatırken dilin tutulmalı. Dünyanın enleri mi? Benim öğretmenimin gönlü kadar en olamaz hiçbir şey diyeceksin. Dua ederken kendini kimi zaman semaya ulaşmışçasına huzur dolu hissedersin hani. İşte benim öğretmenim o denli huzur veriyordu. Benim alın yazımın bir kısmını meleğim, annem diye tasvir ettiğim bu kadın yazmıştı. Sadece bu kadar değildi. Birkaç kadın birkaç adam daha vardı, ”Öğretmenim” diyebileceğim. Adamlardan birine aşıktım; hatta aşkın en saf halini de onda gördüm. Güller getirirdim her sabah, güleryüzle alırdı hepsini. Mektuplar yazardım, okurdu onları çok beğenirdi. Hiç kırmazdı beni. Sonra bir gün karşıma geçip aşkı anlattı. Alın yazımın bir kısmı da o gün yavaş yavaş şekilleniyordu. Şimdilerde ise kendisi aşk acısı çektiğimi düşünen bana, abilik yapıyor. Gözyaşlarımı siliyor en basitinden, “Ben sana aşkı da öğrettim, aşk bu değil.” diyor öğretenim. Kendisine hitaben de “hayalimdeki ağabey portresi” derim. Bir adam daha vardı bu denli güven duyduğum, o da babamdı. Şen şakrak, evimizin neşesi. Bizi sıkmaz, kısıtlamaz. Hatta çılgınca şeyler bile yapardı bizimle. Korurdu bizi kollardı. Koşulsuz güveni de ondan öğrendim. İlk hayal kırıklığımda ise “Öğreneceksin, güvenin çok zor bir şey olduğunu, zamanla. Sen istesen de istemesen de sık sık tekrar edeceksin, unutmayacaksın.” derdi. Şimdi düşünüyorum da, babam, hayatımın neşesi, haklıymış. Birçok da kardeşim vardı benim; tek ortak noktam öğretmenim olan. Bir noktadan sonsuz doğru geçebiliyorsa eğer; bir öğretmenden de sonsuz emek geçer. Ne güzel ailem varmış benim! Değeri paha biçilemez, sevgisi sonsuz, huzuru nefes gibi, güveni tartılmaz, aşkı hiç sönmeyecek.
İyi ki varsın öğretmenim. Seni anlayacak kulağım, seni görecek gözüm, ellerini tutabileceğim ellerim olmasa da olur. Çünkü sen bana her şeyi o yüce gönlünle, yücelttiğin gönlüme öğrettin. Tüm bu sözlerimde yücelttiğin gönlümden yüce gönlüne… Sevgilerimle…
Elif YILDIRIM 10/E
MAVİ
Mustafa’m…
Uzunca dile getirdiğim bu adın… Bak bana yine bir çocuğun gülüşünü hatırlattın. Öyle güzel ki adın; mavi gökten mavi bir kuş, mavi bir sevda getirip koydu kalbime… Öyle mavi sevda deyip geçmeyelim Mustafa’m… Sevdan ki ellerimde bilgi, yolunda aydınlık saçan bilge misali… Sevdanı, vatan sevdanı, yerleştiriverdim gönlüme… Gönlün Mustafa’m gönlümü yaktı milliyet ışığınla…
Kemal’im…
Her solukta haykırdığım, kimsenin duymaya cesaret edemediği çığlık misali… Adaletinin, bilgeliğinin her harfini hissettiğim, kokladığım bir çiçek. Öyle bir çiçek ki koklamaya doyamam adaletini bilginden vazgeçemem asla. Sebebi bu ya Kemal’im dalından kolay kolay koparamam çiçekleri… Yaz yağmurlarıyla beslerim hep onları.
Atatürk’üm…
Dilinden düşüremeyip, tekrar tekrar, vatan tepesinin haykırdığım bu soyadın… Onurun, gururun ve zekanın hakkını veren bu soyad, aslında Türklüğün adı Ata’m… Ben sende; yarını düşünmenin, bugünü kolaylaştırmanın; bilgin efendisi, cehaletin baş düşmanı olunması gerektiğini öğrendim. Ben sende Ata’m, vatana sevdalanmak nasıl olur, onu öğrendim.
Mustafa Kemal Atatürk’üm…
Bu şanlı adınla, Türklüğün soyadıyla ve tarihe geçen cesaretinle gurur duyuyorum. Biz Atatürkçü gençlik, uygarlık yolunda yarıştayız, zifiri karanlıkta umutsuzlukla savaştayız. Çünkü biz sevdaların en büyüğünü senin bakışlarında yaşadık. Senin bakışların mavi bir çağdaşlığı doldurdu içimize… Bakışların asla buğulanmasın Atatürk’üm. Daima senin yolunda, daima adımlarını takip edeceğiz.
Yolun yolumuz, hissettirdiklerin hedefimizdir, Ata’m…
Berna ŞİRİN 11/B
YÜREĞİMDE CUMHURİYET
Göklerden yağmur yerine mermilerin yağdığı, kuru derelerden oluk oluk kanların aktığı,
Mayın parçalarının rüzgar olup enselerden geçtiği vatanı için,namusu için son nefesine,
Kanının son damlasına kadar çapışan,vuruşan yiğittir Mehmetçik. Cesaretini göğsüne
Gelen onlarca oku elleriyle çıkarıp,şanlı bayrağını düşman kalelerine diken Ulubatlı
Hasan’dan alan aslandır Türk halkı.Gücünü iki yüz yetmiş altı kiloluk topu vatan aşkıyla alıp
Düşman üzerine atan Seyit Onbaşı’dan alan bilektir Türk halkı.Arkalarında Cumhuriyet bırakacak kadar yiğittir
Cumhuriyet… Bu kadar kalabalık mıydı bu dört hece ? Yüreğim sanki ufukta yapayalnız
Kalmış bir yıldız. Mehmetcik’e acıyor yüreğim, Ayşe’ye acıyor. Ali’ye acıyor , on sekizlik gence acıyor. Elif kağnısıyla mermi taşıyor. Yalnızca mermi taşımıyor özgürlük, umut, cumhuriyet taşıyor. Atamın gözleri yükseliyor ufukta ,bayrak dalgalanıyor al al. Cümlelere kelimelere sığdırılabilir bir mücadele miydi bu yazdıkça bitmeyen ? Yüreğim kafirin elindeki hain hançerin tesellisiyle mi avutulacaktı ? Vuruldu Mehmet, gözlerinden birkaç damla yaş karıştı vatanıma , kanı karıştı toprağıma. Toprak vatan oldu , Cumhuriyet oldu toprak. Hürriyet koktu. Ağladı anam , çocuğum, gencim. Haykırışları vatan oldu ,büyüdü mavilikte. Tanıdık bir mavilikti bu :Kemal’in maviliği. Dalgalandıkça bayrağım , okudukça marşımı ,baktıkça mavi gözlerine durmaya hiç zaman yok ! Mustafa kemal çıkıyor ‘’Ordular ilk hedefiniz, Akdenizdir ; İleri !’’ diyor. Mehmetçik yedi yerinen vurulsa kurtaracak vatanı , yıldızlarla barışacak ,bundan emin.
Artık özgürlük hakkımız. Yürüyün şen şakrak ,artık umut hakkımız. Yeni alfabemiz ,kıyafetlerimiz yoldaşımız.Geliyor gençlik dört bir koldan ilkelerimiz inkılaplarımız haritamız.Güçleniyor vatan sathında göğe yükselen sevinçler karşısında çığlık kopuyor, vatan coşkusuyla:
Beyza DUMLUPINAR 11-B
“Cumhuriyet” konulu kompozisyon yarışmasında ilçe ikincisi oldu.